İlişkisel Ontoloji ve Epistemolojinin Kapsamı: Doğadan
Topluma
1. Giriş: Neden İlişkisel Bir Yaklaşım?
Klasik ontolojiler, varlığı çoğunlukla öz üzerinden
tanımlar: Bir varlık, kendi içinde taşıdığı değişmez niteliklerle
"kendisi"dir. Aynı şekilde klasik epistemoloji de bilgiyi, bilen özne
ile bilinen nesne arasındaki tek yönlü bir ilişki olarak ele alır. Ancak hem
çağdaş fizik hem de yaşam bilimlerindeki gelişmeler, bu özcü ve doğrusal
yaklaşımların yetersizliğini gözler önüne sermiştir. Bu bağlamda ilişkisel
düşünce, yalnızca bir alternatif değil; yeni bir temel felsefi paradigma olarak
ortaya çıkmaktadır.
İlişkisel düşünce, hem ontolojiyi (varlık nedir?) hem de epistemolojiyi (bilgi
nedir?) kapsayan bütünsel bir yaklaşımdır. Varlık, bilgi, değer ve toplum gibi
temel kategorileri ilişki üzerinden temellendirir.
2. Ontolojik Temel: Varlık = İlişki
İlişkisel ontolojinin temel önermesi şudur:
“Bir şey ancak başka şeylerle ilişki kurduğu ölçüde
vardır.”
Yani varlık, yalıtılmış özlerden değil; ilişkilerden
doğar. Bu yaklaşımda ilişki, bir “bağlantı” değil, varlığın kendisidir. Bu
düşünce, özellikle kuantum fiziği ile desteklenmektedir:
-Kuantum Dolanıklık: İki
parçacık arasındaki ilişki, onların bireysel özelliklerinden önce gelir.
-Alan Kuramı: Parçacıklar,
aslında alanlar arası yerel yoğunluklardır; ilişki olmadan var olamazlar.
-Zaman ve Uzay: Genel
görelilikte bile, mekân-zaman dokusu, enerji-momentum ilişkilerine göre
eğrilir. Saf bir “boşluk” yoktur.
Bu çerçevede, ilişkisellik her türlü sabit öz, aşkın
varlık, değişmeyen gerçeklik fikrini reddeder. Varlık, sürekli bir ilişkisel
oluş, bir oluş halidir (devenir).
3. Epistemolojik Boyut: Bilgi = Etkileşim
Klasik bilgi kuramı, özneyi merkez alır ve nesneyi
onun tarafından algılanan bir "veri" olarak görür. İlişkisel
epistemoloji ise şunu öne sürer:
“Bilgi, özne ile nesne arasındaki etkileşimin
sonucudur, yani süreçtir”
Bu, Kant’ın transandantal yapısına benzer görünse de
çok daha radikaldir:
Özne de, nesne de ilişkisel olarak oluşurlar. Ne özne mutlak bilinçtir, ne de
nesne kendinde var olan bir şey. Hepsi karşılıklı ilişkiyle şekillenir.
Özellikle kuantum ölçüm kuramı bu yaklaşımı
güçlendirir:
-Heisenberg Belirsizlik
İlkesi: Gözlemin kendisi, sistemin durumunu değiştirir.
-Zeilinger’in Bilgi Temelli
Yorumu: Kuantum sistemi hakkında bilgi, ancak ölçümle kurulur; ölçüm öncesi
“olan” hakkında konuşmak anlamlı değildir.
Dolayısıyla bilgi, bir “yansıma” değil, bir oluştur.
4. Doğa Bilimleri ile Temellendirme
İlişkisel düşünce, sadece soyut bir felsefi önerme
değil, doğrudan doğa bilimlerinin kavrayış biçimiyle temellendirilebilir:
-Fizikte: Parçacık yerine
alan, kuvvet yerine etkileşim, öz yerine ilişki vardır.
-Kimyada: Moleküller,
atomlar arası bağlar ile tanımlanır. Bağlar olmazsa, madde de yoktur.
-Biyolojide: Hücreler arası
sinyal ağları, protein ilişkileri, gen regülasyonu gibi mekanizmalar ilişkiye
dayalıdır.
-Evrimsel Biyoloji: Türler
çevreleriyle etkileşim içinde evrilir; adaptasyon bir ilişkisel süreçtir.
-Nörobilim: Beyin,
sinapslar arası bağlantı ağıdır. Bilinç, bu ilişkisel yapının ortaya çıkardığı
bir haldir.
Doğa bilimlerinde artık hiçbir şey “tek başına”
açıklanmaz; her şey ağlar, süreçler, ilişki yapılarıyla birlikte ele alınır.
5. İlişkisel Ahlak, Hukuk ve Toplum
İlişkisel ontoloji yalnızca doğayı değil, insanı ve
toplumları da anlamak için kullanılabilir. Çünkü:
“İnsan, ilişkisel bir varlıktır. Ahlak, hukuk ve
toplumsal yapı, bu ilişkilerin yönelimiyle belirlenir.”
Ahlak:
Ahlak, bireylerin birbirine zarar vermeden birlikte
yaşamasını sağlayan ilişki ilkeleridir.
Toplumsal ahlak, kararlılık üreten ilişkilerin etikleşmiş hâlidir.
Bu açıdan ahlak, “iyi olmak” değil, “bir arada kalabilir olmak” demektir.
Hukuk:
Hukuk, hangi ilişkilerin kabul edilebilir,
hangilerinin dışlanması gerektiğini belirler. Yani hukukun işlevi ilişkisel
ağları yönlendirmektir.
Özsel değil, bağlamsaldır. Mutlak kural değil, ilişkisel istikrar peşindedir.
Toplum:
Toplum, sadece bireylerin toplamı değil, bireyler
arası ilişkilerin oluşturduğu bir yapıdır. Bu yüzden:
“Toplum, ilişkisel bir bireyleşmedir.”
Bu anlayışta birey bile, kendi içine kapalı bir öz
değil, ilişkisel ağlar içindeki bir düğümdür.
6. Sonuç: İlişkisellik Bir Çağrıdır
İlişkisel düşünce, klasik metafiziğin ve modern
rasyonalitenin sınırlarına bir eleştiridir.
Bu yaklaşım;
-aşkın varlık fikrini
değil, içkin ilişki ağlarını,
-özsel tanımları değil,
bağlamsal belirlenimleri,
-mutlak bilgiyi değil,
ilişki içinde doğan bilgiyi,
-bireysel mutlaklığı değil,
bireysel ve ortak oluşları önceler.
Bu yüzden ilişkisel ontoloji, yalnızca bir felsefi
iddia değil, aynı zamanda bir etik ve varoluşsal çağrıdır:
“İlişkilerde varız. İlişkisizlik hiçliktir. O hâlde
var olmak, ilişkiye girmektir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder