12 Mayıs 2025 Pazartesi

İnsanda Önce’nin Sonralığı: Zaman, Bilgi ve Nedenselliğin İlişkisel Yüzü

Sesli Dinlemek İçin Tıklayınız

İnsanda Önce’nin Sonralığı: Zaman, Bilgi ve Nedenselliğin İlişkisel Yüzü

GİRİŞ: Önce Diye Bir Şey Var mı?

Klasik düşünce, özellikle Aristoteles ve Descartes gibi düşünürlerin etkisiyle, “önce” ve “sonra” arasında mutlak ve zamansal bir sıralama kabul eder. Bu sıralama, hem felsefede hem de bilimde uzun süreli bir temel teşkil etmiştir. Sebep-sonuç ilişkisi bu çizgisel zamansallığa dayanır: önce bir neden vardır, sonra bu nedenden bir sonuç doğar. Bu yaklaşımda zaman, evrenin arka planında akan sabit bir nehir gibi tasvir edilir. Ne var ki, hem modern kuantum fiziğindeki deneysel bulgular hem de çağdaş ontolojik yaklaşımlar, bu çizgisel ve nedensel yapının sorgulanmasını gerektirmektedir.

Bu yazıda, “önce” olarak adlandırdığımız her türlü kavramın, bilginin, anlamın ve zamanın aslında “sonra” tarafından organize edildiği, yani ontolojik olarak sonra geldiği ve sonra içinden üretildiği savunulacaktır. Yazı boyunca hem zihinsel-kavramsal düzeyde hem de fiziksel-kuantum düzeyde bu görüşün nasıl temellendirilebileceği detaylı biçimde ele alınacaktır.

 

1. Zihinsel Düzeyde “Önce”: Deneyimden Sonra Kurulan Dizge

İnsan zihni, doğrudan verilmiş bir zaman dizinini pasif şekilde algılayan bir araç değildir. Aksine, zihinsel faaliyetler, deneyimsel girdileri düzenleyen, sınıflandıran ve anlamlandıran aktif yapılar bütünüdür. Zihin, dış dünyadan gelen duyusal verileri bir bütünlük içinde kavrayabilmek için bu veriler arasında nedensel ve zamansal bağlar kurar. Bu bağlar çoğu zaman “önce” ve “sonra” gibi kavramlarla düzenlenir. Ancak bu düzenleme, doğuştan verilmiş değildir; deneyim yoluyla edinilir.

Yeni doğan bir bebek, “önce” ya da “sonra” kavramlarına sahip değildir. Zihinsel yapı, ancak çevresel uyarıcılar, etkileşimler ve ilişkiler üzerinden bu kavramları kurar. Bebek, ancak tekrar eden olayları gözlemleyerek ve bu tekrarların ardışıklığını fark ederek zaman kavramını oluşturmaya başlar. Dolayısıyla “önce” dediğimiz şey, bireysel bilinçte hazır bulunan bir yapı değil, deneyim sonrası inşa edilen bir kavramsal düzenleme aracıdır.

Bu noktada fenomenoloji devreye girer. Husserl'e göre zaman, doğrudan deneyimlenen bir şey değil; bilincin, ardışık izlenimleri bir süreklilik içinde organize etme biçimidir. Yani zaman ve onun ayrılmaz parçaları olan "önce" ve "sonra", doğrudan verilmiş nesnel gerçeklikler değil; bilinç etkinliklerinin örgütlenme formlarıdır.

Heidegger'in varlık ve zaman çözümlemesinde ise “önce” sadece bir zamansal konum değil, varlığın kendiyle ilişkilenme biçimidir. Ona göre, insanın zamansallığı, geçmişin deneyimlenmesinden değil, geleceğe yönelik bir olanak olarak kendini kurmasından doğar. Bu da yine “önce”nin bilinçte sonradan yapılandırıldığı anlamına gelir. İnsan, geçmişi dahi geleceğe yönelik bir projeksiyonla kurar.

Sonuç olarak, zihinsel düzeyde "önce" diye adlandırdığımız şey, deneyimden bağımsız bir veri değil; deneyimlerin ardından anlamlandırılmış, yapılandırılmış ve ilişkilendirilmiş bir kavramdır. İnsan için “önce”, hiçbir zaman doğrudan verilmiş bir başlangıç değil; daima ilişkiler ağı içinden kurulmuş bir sonralıktır.

 

2. Fiziksel Düzeyde Retrocausality: Geleceğin Geçmişi Etkilemesi

Fizikte uzun süre nedensellik, klasik Newtoncu ve Laplacı paradigmalarda olduğu gibi zamanın çizgisel akışına bağlı olarak kavranmıştır. Bu anlayışa göre evrendeki her olay, geçmişteki bir nedenin sonucu olarak ortaya çıkar ve gelecekteki olaylar bu geçmişten türetilir. Ancak yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren gelişen kuantum fiziği bu düşünce sistemini radikal biçimde sorgulamıştır.

Özellikle John Wheeler’ın ortaya koyduğu “Delayed Choice” (Gecikmeli Seçim) deneyleri, klasik zaman anlayışına meydan okur. Bu deneylerde bir fotonun parçacık mı yoksa dalga mı gibi davranacağı, ancak hedefe ulaştıktan sonra yapılan gözleme göre belirlenir. Bu durumda geçmişteki bir olay (fotonun davranışı), gelecekteki bir seçime bağlı olarak değişmiş gibi görünmektedir. Yani gözlem, sadece sonucu değil, geçmişi de şekillendirmektedir. Bu durum klasik nedenselliği tersine çevirir: sonra → önce.

Aynı şekilde, kuantum dolanıklık (entanglement) ve Bell eşitsizlikleri, evrende yerel gerçekçiliğin geçerli olmadığını ortaya koymuştur. Yerel gerçekçilik, bir parçacığın özelliklerinin sadece kendi bulunduğu konuma ve geçmişine bağlı olduğunu savunur. Oysa deneyler, bir parçacığın durumunun, uzaktaki başka bir parçacıkla olan ilişkisine ve gözlem bağlamına göre değiştiğini göstermektedir. Bu da evrende bağımsız, sabit ve mutlak bir “önce” kavramının fiziksel düzeyde geçerli olmadığını gösterir.

Anton Zeilinger’ın kuantum bilgi teorisi bağlamında yaptığı vurgular önemlidir. Ona göre, ölçüm öncesinin bilinemezliği bir cehalet sorunu değil, evrenin yapısal bir özelliğidir. Bu da gösterir ki “önce” olarak tanımlanan durumlar, ontolojik olarak verilmiş değil; ölçümle —yani ilişkiyle— birlikte belirlenen, dolayısıyla sonradan ortaya çıkan bir yapıdır.

Buradan çıkan sonuç şudur: Fiziksel düzeyde bile, “önce” dediğimiz şey, bağımsız ve mutlak bir yapı değil; sonradan kurulan bir bağlamdır. Bu bağlam, ölçüm, gözlem, etkileşim ve ilişki yoluyla belirlenir. Yani evrenin kendisi bile “önce”yi sabit bir gerçeklik olarak değil, ilişkisel bir oluş süreci olarak üretir.

 

3. Ontolojik Sonuç: Önce Yoktur, Sadece Sonra Vardır

Hem zihinsel hem de fiziksel düzeyde yapılan çözümlemeler, bizi çok daha temel bir sonuca götürür: "Önce" olarak düşündüğümüz şeyler, gerçekte sonra ortaya çıkar. Bu, yalnızca bilgi teorisiyle değil, varlığın doğasıyla da ilgilidir. Varlık, sabit, değişmez ve kendinde olan bir yapı değil; sürekli oluşan, ilişki kuran ve etkileşimle şekillenen bir akıştır, varlık ilişkidir.

Simondon’un bireyleşme kuramı bu noktada çok açıklayıcıdır. Simondon’a göre birey, hazır ve kapalı bir bütün değil, bireyleşme süreci içinde ortaya çıkan bir varlıktır. Bu süreç metastabil (karasız denge) durumlar, gerilim alanları ve ilişkilerle örülüdür. Dolayısıyla “önce birey vardı” demek anlamsızdır; çünkü birey, bu ilişkisel alan içindeki farkların çözülmesiyle “sonradan” ortaya çıkar. Aynı şey zaman ve varlık için de geçerlidir.

“Önce” dediğimiz şey, fark edilmemiş ve yapılandırılmamış bir potansiyeldir. Gerçeklik ancak fark ile başlar, fark ise ilişkiyle mümkündür. Bu durumda "önce" gerçeklikten değil, farksızlıktan ibarettir. Farksızlık ise bilgi, anlam ve varlık açısından hiçbir şey ifade etmez.

O hâlde: Gerçeklik, farkla başlar. Fark, ilişkiden doğar. İlişki, deneyimle açığa çıkar. Deneyimle açığa çıkan bu yapılarla biz “önce” dediğimiz düzeni sonradan kurgularız.

 

SONUÇ: İlişkisel Gerçeklikte Önce’nin Sonralığı

İnsan zihninin işleyiş biçimi ve fiziksel evrenin kuantum davranışları, birlikte şunu gösterir: “Önce” diye adlandırdığımız tüm yapılar, gerçekliğin içkin boyutları değildir. Onlar, ilişkiyle, ölçümle, deneyimle, farkla ve anlamlandırma ile sonradan oluşturulur. Bu durumda:

  • A priori bilgi: Deneyimden önce gelen değil; deneyimden sonra, deneyimmiş gibi kurgulanan yapıdır.
  • Mutlak zaman: Sabit bir zemin değil; ilişkilerin akışında yapılandırılmış bir örüntüdür.
  • Klasik nedensellik: Zaman okunun tek yönlü olduğu ve şeylerden bağımsız bir zaman olduğu  yanılsamasıdır.

Gerçeklik ilişkisel bir düzeyde işler. İlişkinin kendisi hem zamanı hem de bilgiyi yaratır. Ve bu yaratım sürecinde "önce" kavramı, ontolojik bir temel değil, epistemolojik bir düzendir.

Son söz olarak: İnsan için “önce” yoktur. İnsan, sadece ilişkilerle var olur, çünkü insanda evren gibi bir ilişkiler ağı toplamıdır ve bu ilişkilerin içine doğduğunda, ancak sonradan geriye doğru bakarak bir “önce” kurgular. Yani "önce", ancak "sonra"nın aynasında görünür hâle gelir. Gerçeklikte “önce” diye düşündüğümüz her şey, aslında “sonra”nın inşa ettiği bir yansımadır.

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ROGER PENROSEYE İTİRAZLAR SERİSİ

İTİRAZ 1 iyide Sir (Roger Penrose) Mandelbrot kümesi doğada doğrudan bulunan bir küme değildir, evet, -Kıyı çizgileri (her ölçekte ben...