Sesli Dinlemek İçin Tıklayınız
İnsanda Önce’nin Sonralığı: Zaman,
Bilgi ve Nedenselliğin İlişkisel Yüzü
GİRİŞ: Önce Diye Bir Şey Var mı?
Klasik düşünce, özellikle Aristoteles ve Descartes gibi
düşünürlerin etkisiyle, “önce” ve “sonra” arasında mutlak ve zamansal bir
sıralama kabul eder. Bu sıralama, hem felsefede hem de bilimde uzun süreli bir
temel teşkil etmiştir. Sebep-sonuç ilişkisi bu çizgisel zamansallığa dayanır:
önce bir neden vardır, sonra bu nedenden bir sonuç doğar. Bu yaklaşımda zaman,
evrenin arka planında akan sabit bir nehir gibi tasvir edilir. Ne var ki, hem
modern kuantum fiziğindeki deneysel bulgular hem de çağdaş ontolojik
yaklaşımlar, bu çizgisel ve nedensel yapının sorgulanmasını gerektirmektedir.
Bu yazıda, “önce” olarak adlandırdığımız her türlü kavramın,
bilginin, anlamın ve zamanın aslında “sonra” tarafından organize edildiği, yani
ontolojik olarak sonra geldiği ve sonra içinden üretildiği savunulacaktır. Yazı
boyunca hem zihinsel-kavramsal düzeyde hem de fiziksel-kuantum düzeyde bu
görüşün nasıl temellendirilebileceği detaylı biçimde ele alınacaktır.
1. Zihinsel Düzeyde “Önce”: Deneyimden Sonra Kurulan
Dizge
İnsan zihni, doğrudan verilmiş bir zaman dizinini pasif
şekilde algılayan bir araç değildir. Aksine, zihinsel faaliyetler, deneyimsel
girdileri düzenleyen, sınıflandıran ve anlamlandıran aktif yapılar bütünüdür.
Zihin, dış dünyadan gelen duyusal verileri bir bütünlük içinde kavrayabilmek
için bu veriler arasında nedensel ve zamansal bağlar kurar. Bu bağlar çoğu
zaman “önce” ve “sonra” gibi kavramlarla düzenlenir. Ancak bu düzenleme,
doğuştan verilmiş değildir; deneyim yoluyla edinilir.
Yeni doğan bir bebek, “önce” ya da “sonra” kavramlarına
sahip değildir. Zihinsel yapı, ancak çevresel uyarıcılar, etkileşimler ve
ilişkiler üzerinden bu kavramları kurar. Bebek, ancak tekrar eden olayları
gözlemleyerek ve bu tekrarların ardışıklığını fark ederek zaman kavramını
oluşturmaya başlar. Dolayısıyla “önce” dediğimiz şey, bireysel bilinçte hazır
bulunan bir yapı değil, deneyim sonrası inşa edilen bir kavramsal düzenleme
aracıdır.
Bu noktada fenomenoloji devreye girer. Husserl'e göre zaman,
doğrudan deneyimlenen bir şey değil; bilincin, ardışık izlenimleri bir
süreklilik içinde organize etme biçimidir. Yani zaman ve onun ayrılmaz
parçaları olan "önce" ve "sonra", doğrudan verilmiş nesnel
gerçeklikler değil; bilinç etkinliklerinin örgütlenme formlarıdır.
Heidegger'in varlık ve zaman çözümlemesinde ise “önce”
sadece bir zamansal konum değil, varlığın kendiyle ilişkilenme biçimidir. Ona
göre, insanın zamansallığı, geçmişin deneyimlenmesinden değil, geleceğe yönelik
bir olanak olarak kendini kurmasından doğar. Bu da yine “önce”nin bilinçte
sonradan yapılandırıldığı anlamına gelir. İnsan, geçmişi dahi geleceğe yönelik
bir projeksiyonla kurar.
Sonuç olarak, zihinsel düzeyde "önce" diye
adlandırdığımız şey, deneyimden bağımsız bir veri değil; deneyimlerin ardından
anlamlandırılmış, yapılandırılmış ve ilişkilendirilmiş bir kavramdır. İnsan
için “önce”, hiçbir zaman doğrudan verilmiş bir başlangıç değil; daima
ilişkiler ağı içinden kurulmuş bir sonralıktır.
2. Fiziksel Düzeyde Retrocausality: Geleceğin Geçmişi
Etkilemesi
Fizikte uzun süre nedensellik, klasik Newtoncu ve Laplacı
paradigmalarda olduğu gibi zamanın çizgisel akışına bağlı olarak kavranmıştır.
Bu anlayışa göre evrendeki her olay, geçmişteki bir nedenin sonucu olarak
ortaya çıkar ve gelecekteki olaylar bu geçmişten türetilir. Ancak yirminci
yüzyılın ikinci yarısından itibaren gelişen kuantum fiziği bu düşünce sistemini
radikal biçimde sorgulamıştır.
Özellikle John Wheeler’ın ortaya koyduğu “Delayed Choice”
(Gecikmeli Seçim) deneyleri, klasik zaman anlayışına meydan okur. Bu deneylerde
bir fotonun parçacık mı yoksa dalga mı gibi davranacağı, ancak hedefe
ulaştıktan sonra yapılan gözleme göre belirlenir. Bu durumda geçmişteki bir
olay (fotonun davranışı), gelecekteki bir seçime bağlı olarak değişmiş gibi
görünmektedir. Yani gözlem, sadece sonucu değil, geçmişi de
şekillendirmektedir. Bu durum klasik nedenselliği tersine çevirir: sonra →
önce.
Aynı şekilde, kuantum dolanıklık (entanglement) ve Bell
eşitsizlikleri, evrende yerel gerçekçiliğin geçerli olmadığını ortaya
koymuştur. Yerel gerçekçilik, bir parçacığın özelliklerinin sadece kendi
bulunduğu konuma ve geçmişine bağlı olduğunu savunur. Oysa deneyler, bir
parçacığın durumunun, uzaktaki başka bir parçacıkla olan ilişkisine ve gözlem
bağlamına göre değiştiğini göstermektedir. Bu da evrende bağımsız, sabit ve
mutlak bir “önce” kavramının fiziksel düzeyde geçerli olmadığını gösterir.
Anton Zeilinger’ın kuantum bilgi teorisi bağlamında yaptığı
vurgular önemlidir. Ona göre, ölçüm öncesinin bilinemezliği bir cehalet
sorunu değil, evrenin yapısal bir özelliğidir. Bu da gösterir ki “önce”
olarak tanımlanan durumlar, ontolojik olarak verilmiş değil; ölçümle —yani
ilişkiyle— birlikte belirlenen, dolayısıyla sonradan ortaya çıkan bir yapıdır.
Buradan çıkan sonuç şudur: Fiziksel düzeyde bile, “önce”
dediğimiz şey, bağımsız ve mutlak bir yapı değil; sonradan kurulan bir
bağlamdır. Bu bağlam, ölçüm, gözlem, etkileşim ve ilişki yoluyla belirlenir.
Yani evrenin kendisi bile “önce”yi sabit bir gerçeklik olarak değil, ilişkisel
bir oluş süreci olarak üretir.
3. Ontolojik Sonuç: Önce Yoktur, Sadece Sonra Vardır
Hem zihinsel hem de fiziksel düzeyde yapılan çözümlemeler,
bizi çok daha temel bir sonuca götürür: "Önce" olarak düşündüğümüz
şeyler, gerçekte sonra ortaya çıkar. Bu, yalnızca bilgi teorisiyle değil,
varlığın doğasıyla da ilgilidir. Varlık, sabit, değişmez ve kendinde olan bir
yapı değil; sürekli oluşan, ilişki kuran ve etkileşimle şekillenen bir akıştır,
varlık ilişkidir.
Simondon’un bireyleşme kuramı bu noktada çok açıklayıcıdır.
Simondon’a göre birey, hazır ve kapalı bir bütün değil, bireyleşme süreci
içinde ortaya çıkan bir varlıktır. Bu süreç metastabil (karasız denge) durumlar,
gerilim alanları ve ilişkilerle örülüdür. Dolayısıyla “önce birey vardı” demek
anlamsızdır; çünkü birey, bu ilişkisel alan içindeki farkların çözülmesiyle
“sonradan” ortaya çıkar. Aynı şey zaman ve varlık için de geçerlidir.
“Önce” dediğimiz şey, fark edilmemiş ve yapılandırılmamış
bir potansiyeldir. Gerçeklik ancak fark ile başlar, fark ise ilişkiyle
mümkündür. Bu durumda "önce" gerçeklikten değil, farksızlıktan
ibarettir. Farksızlık ise bilgi, anlam ve varlık açısından hiçbir şey ifade
etmez.
O hâlde: Gerçeklik, farkla başlar. Fark, ilişkiden doğar.
İlişki, deneyimle açığa çıkar. Deneyimle açığa çıkan bu yapılarla biz “önce”
dediğimiz düzeni sonradan kurgularız.
SONUÇ: İlişkisel Gerçeklikte Önce’nin Sonralığı
İnsan zihninin işleyiş biçimi ve fiziksel evrenin kuantum
davranışları, birlikte şunu gösterir: “Önce” diye adlandırdığımız tüm yapılar,
gerçekliğin içkin boyutları değildir. Onlar, ilişkiyle, ölçümle, deneyimle,
farkla ve anlamlandırma ile sonradan oluşturulur. Bu durumda:
- A
priori bilgi: Deneyimden önce gelen değil; deneyimden sonra, deneyimmiş
gibi kurgulanan yapıdır.
- Mutlak
zaman: Sabit bir zemin değil; ilişkilerin akışında yapılandırılmış bir
örüntüdür.
- Klasik
nedensellik: Zaman okunun tek yönlü olduğu ve şeylerden bağımsız bir zaman
olduğu yanılsamasıdır.
Gerçeklik ilişkisel bir düzeyde işler. İlişkinin kendisi hem
zamanı hem de bilgiyi yaratır. Ve bu yaratım sürecinde "önce"
kavramı, ontolojik bir temel değil, epistemolojik bir düzendir.
Son söz olarak: İnsan için “önce” yoktur. İnsan, sadece
ilişkilerle var olur, çünkü insanda evren gibi bir ilişkiler ağı toplamıdır ve
bu ilişkilerin içine doğduğunda, ancak sonradan geriye doğru bakarak bir “önce”
kurgular. Yani "önce", ancak "sonra"nın aynasında görünür
hâle gelir. Gerçeklikte “önce” diye düşündüğümüz her şey, aslında “sonra”nın
inşa ettiği bir yansımadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder