Giriş
Bin yıllar boyunca insan, hakikati kendi dışında ve
kendisine rağmen değişmeyen bir şey olarak algılamış, birçok düşünür bu yönde
fikirler geliştirmiş ve öğrencilerini bu saikle yetiştirmiştir. İnsan, iyi,
doğru, güzel ve çirkin kavramlarına kendisinin karar veremeyeceğini, bunun
yerine bu kavramları belirleyebilecek aşkın, değişmeyen bir gücün olması
gerektiğini düşünmüş ve bu minvalde inanç sistemleri oluşturmuştur. Ancak bu
durum, bireyin kendi belirleyiciliğini elinden alan bir yapıyı da beraberinde
getirmiştir.
Bu makalede, aşkınlık ve özcülük anlayışlarının bireyin
belirleyici gücüne karşı oluşturduğu baskıyı ele alacak, aşkın olanın değil
bireyin belirleyici olduğu fikrini yani bireyin içkinliğini detaylandıracak ve
bireyin bu süper gücünü nasıl geri kazanabileceğini tartışacağız.
1. Hakikatin Dışsallığı ve Aşkınlık Yanılgısı
Tarih boyunca insanlık, hakikati kendi dışında var olan,
değişmez ve insandan bağımsız bir olgu olarak görmüştür. Bu algı, hakikatin
birey tarafından keşfedilmesi gerektiğini değil, bireyin hakikate boyun eğmesi
gerektiğini savunan bir düşünce biçimini beraberinde getirmiştir. Aşkınlık
düşüncesi, bireyin kendisini tanımlama gücünü elinden alarak bu gücü dışsal bir
kaynağa devretmesini sağlamıştır.
Aşkınlık fikri, "doğruyu bilen ve belirleyen bir
otorite gereklidir" düşüncesi üzerine inşa edilmiştir. Bu da bireyi,
kendisine rağmen belirlenen bir dünyanın içine hapsetmiştir. Oysa, hakikat
insanın kendisinde ve onun ilişkileri içinde şekillenir. Aşkın bir hakikatin
var olduğunu kabul etmek, bireyin belirleyici gücünü reddetmek anlamına gelir.
2. Aşkınlığın Toplumsal ve Politik Sonuçları
Aşkın bir gücün hakikati belirlediği düşüncesi, yöneticiler
ve iktidar sistemleri tarafından tarih boyunca bir meşruiyet aracı olarak
kullanılmıştır. İktidar sahipleri, "Tanrı'nın iradesi",
"evrensel ahlaki yasalar", "değişmez hakikatler" gibi
kavramlarla kendi yönetimlerini kutsallaştırmış ve bireyin üstünde bireye
rağmen hak iddiasında bulunarak bireyin özgür iradesini sınırlandırmışlardır.
Bu bağlamda aşkınlık, bireyin kendi yaşamı üzerindeki
kontrolünü yitirmesine neden olmuştur. İnsan, kendi adına en iyi düşünecek gücü
kendi dışında aramaya başlamış ve özgürlüğünü kendi elleriyle teslim etmiştir.
Bu, bireyin kendi belirleyiciliğini kaybettiği bir bağımlılık düzeni
oluşturmuştur. Ayrıca, aşkıncılık toplumların zor durumlarda çözümü kendi
içlerinde aramalarına engel olmuş ve sürekli bir kurtarıcı bekleme eğilimlerini
güçlendirmiştir.
Bu kurtarıcı bekleme anlayışı, toplumsal hareketleri
pasifleştirerek bireyleri edilgen bir konuma sürüklemiştir. Birey ve toplum,
kendi iç potansiyelini keşfetmek yerine dışsal bir gücün kendilerini
kurtarmasını beklemiş, böylece öz-belirleyiciliğini yitirmiştir. Bunun en
önemli örneklerinden biri Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün şu sözünde görülebilir:
"Şayet bir gün çaresiz olursanız, kurtarıcı beklemeyin; kurtarıcı
kendiniz olun." Bu söz, bireyin belirleyici gücüne ve içkin çözüm
üretme yeteneğine vurgu yapmaktadır. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, aşkıncı bir kurtarıcı figür
beklentisini reddederek, bireyin ve toplumun kendi kaderini tayin etmesi
gerektiğini açıkça ifade etmiştir. Gerçek özgürlük, bireyin ve toplumun
kendi çözümünü üretebilmesiyle mümkündür.
3. Özcülük: Bireyin Belirleyici Gücünü Elinden Alan
Felsefi Hata
Özcülük, varlıkların değişmez ve önceden belirlenmiş özleri
olduğunu iddia eden bir düşünce biçimidir. Bu anlayışa göre birey, kendisini
belirleyemez; çünkü onun özüne ait tüm nitelikler önceden belirlenmiştir. Bu
düşünce, bireyin kendi kimliğini ve kaderini belirleme yeteneğini elinden
alarak onu edilgen bir varlığa dönüştürür.
Oysa birey, özünü kendisi inşa eden ve sürekli olarak
yeniden tanımlayan bir varlıktır. İlişkisel ontoloji bağlamında düşündüğümüzde,
bireyin varlığı sabit ve değişmez bir özden değil, etkileşimlerden ve
ilişkilerden oluşur. Bu nedenle birey, kendisini ve içinde bulunduğu sistemi
belirleme gücüne sahiptir.
4. Determinasyonun Yönü: Aşkın Olan Bireyi Değil, Birey
Aşkın Olanı Belirler
Geleneksel düşüncede aşkın olan güç, bireyi belirler
(determine eder). Ancak bu varsayımın tersine çevrilmesi gerekir: Bireyin
kendisi belirleyicidir. Aşkın olanı birey belirler, aşkın olan bireyi değil.
Bu noktada bireyin belirleyici gücü, varlığın doğası gereği
içkin bir şekilde ortaya çıkar. Varlık, ilişkiler ve etkileşimler üzerinden
tanımlanır. Bu yüzden bireyin aşkınlığı belirlemesi, bireyin varlığını
kendisinin inşa etmesi anlamına gelir.
5. Bireyin Süper Gücü: Özgür İrade ve Sistemi Belirleme
Yetisi
Birey, aşkın olanı belirleyebildiğini fark ettiğinde, özgür
iradenin yalnızca soyut bir kavram olmadığını, onun varoluşunun temel
unsurlarından biri olduğunu anlar. Özgür irade, bireyin kendini ve çevresini
belirleyebilme kapasitesidir. Bu belirleyicilik gücü, bireyin içinde bulunduğu
sistemleri değiştirme ve yeniden inşa etme yetisini ifade eder.
Birey, hakikatin kendisinde olduğunu anladığında, aşkınlık
fikrinin belirleyici gücünü kaybettiğini görecektir. İşte bu noktada birey,
kendi süper gücünü keşfeder: Sistemi belirleme yetisi. Birey, yalnızca
özünü değil, içinde bulunduğu yapıları da belirleme gücüne sahiptir. Bu,
bireyin özgürlüğünün en temel göstergesidir.
Sonuç: Aşkınlığın Sonu ve Bireyin Yükselişi
İnsanoğlu, binlerce yıldır aşkınlık ve özcülük
anlayışlarının esareti altında yaşadı. Ancak bireyin hakikati belirleyici bir
güç olduğunu fark etmesiyle birlikte, bu esaretin son bulması mümkündür. Birey,
aşkın olanı belirleyen varlıktır; aşkın olanın belirlediği bir nesne değildir.
Bu farkındalık, bireyin kendisini ve dünyayı yeniden inşa
etmesine olanak tanır. Özgür irade, bireyin belirleyici gücü olarak, onu
edilgen bir varlıktan çıkarıp aktif bir özne haline getirir. İşte bu yüzden
bireyin süper gücü, hakikati ve sistemi belirleyebilme yetisidir.
Bu farkındalığa erişen bireyler, aşkınlık bataklığından
kurtulup özgürlüğün ve öz-belirlenimin gerçek anlamını keşfedeceklerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder