29 Temmuz 2025 Salı

TEMSİL YERİNE, SÜREKLİ GERÇEKLEŞME: İLİŞKİSEL ONTOLOJİDEN BİR BAKIŞ

 Sesli Dinlemek İçin Tıklayınız.

Giriş:

Felsefe tarihinde temsil kavramı, bilginin ve düşüncenin merkezinde yer almıştır. Temsil, bir şeyin başka bir şey aracılığıyla ifade edilmesi ya da gösterilmesi anlamına gelir. Yani bir öz vardır ve temsil eden, bu özü olduğu gibi aktarır. Bu anlayış, özün sabit ve değişmez olduğu varsayımına dayanır.

Buradaki sorun şudur:
Gerçekten sabit bir öz var mı? Yoksa varlık, ilişkiler ağı içinde sürekli oluşan ve değişen bir şey mi?

İlişki ve Gerçekleşme Felsefesi bu soruya farklı bir cevap verir. Bu bakışa göre varlık, sabit bir öz değildir. O, ilişkiler içinde her an yeniden kurulur. Gerçeklik, bağımsız ve değişmez bir şey olarak değil; ilişkiler, etkileşimler ve ölçümlerle ortaya çıkan bir süreç olarak vardır.

Bu açıdan bakıldığında, temsil kavramı gerçekliği yanlış bir şekilde sabitler. Gerçeği dondurur ve aşkın bir öz gibi gösterir. Oysa gerçeklik, her karşılaşmada, her ilişkide yeniden kurulur.

Bu yüzden klasik temsil anlayışını bir kenara bırakmak gerekir. Onun yerine gerçekleşme kavramını koyduğumuzda, varlığın canlı ve sürekli değişen doğasını daha iyi anlarız.

Gerçeklik temsil edilebilecek bir şey değil; ilişkiler içinde her an yeniden ortaya çıkan bir gerçekleşme sürecidir. Varlık durağan değil, sürekli gerçekleşen bir akıştır.

Temsilin Sınırları:

Temsil kavramı, kendi içinde sabit bir öz varsayımını taşır. Temsil edilen şey, sanki ilişkilerden bağımsız, kendi başına var olan ve değişmeyen bir gerçeklikmiş gibi kabul edilir. Temsil eden ise bu değişmez özü yalnızca yansıtır, onun gölgesi olur. Bu anlayışta temsil, bir şeyi olduğu gibi aktardığını iddia eder; fakat aslında temsil edilenin, sabit ve aşkın bir gerçeklik olduğuna dair bir inancı gizlice içinde barındırır.

Oysa İlişki ve Gerçekleşme Felsefesi bambaşka bir şey söyler:
Varlık, sabit ve değişmez bir öz değil; ilişkiler içinde sürekli ortaya çıkan, dönüşen ve yeniden kurulan bir süreçtir. Bu bakış açısından temsil, gerçekliği olduğu gibi aktaran bir araç değil, sürecin yalnızca belli bir kesitini dondurma edimidir.

Temsil, hareket halindeki bir nehrin fotoğrafını çekmek gibidir. Fotoğraf, o anı yakalar ama nehrin akışını göstermez. Yani, süreci görmezden gelir, onu dondurur ve sabitlemeye çalışır. Bu yüzden temsil kavramı, gerçeğin tamamını değil, sadece sürecin geçici bir görüntüsünü verir.

Süreç ise durağan bir fotoğraf değil, akıp giden bir ilişkiler ağıdır. İlişkisel ontolojiye göre, her şey ancak bu akışta, yani gerçekleşme sürecinde vardır. Bu nedenle temsil, varlığı açıklamak yerine, onun dinamik doğasını perdeleyen bir yanılsama haline gelir.

Gerçekleşme: Yeni Ontolojik Çerçeve:

Gerçekleşme, temsilin sınırlarını aşan ve varlığı daha doğru kavramamızı sağlayan bir anlayıştır. Temsil, sabit bir özün var olduğu ve onun yansıtıldığı fikrine dayanırken, gerçekleşme bu sabitlik fikrini tamamen reddeder.

İlişki ve Gerçekleşme Felsefesi’ne göre, gerçeklik hiçbir zaman ilişkilerden ve etkileşimlerden bağımsız var olmaz. Gerçekleşme, ölçümle, etkileşimle ve karşılaşmalarla ortaya çıkar. Ölçüm yapılmadan, ilişki kurulmadan, etkileşim yaşanmadan “orada” olduğu söylenen bir gerçeklik, sadece soyut bir varsayımdır.

Bu çerçevede gerçekleşme, varlığın dinamik doğasını anlamamızı sağlar. Çünkü:

  • Gerçeklik bağımsız bir öz değil, ilişkiler aracılığıyla her an kurulan bir süreçtir yani GERÇEKLEŞMEDİR.
  • Varlık durağan bir yapı değil, sürekli yeniden şekillenen bir gerçekleşme halidir.
  • Bilgi sabit bir şeyin temsili değil, bu süreçte ortaya çıkan ve sürecin kendisini dönüştüren bir ilişkidir.

Temsil, süreci dondurur; bir kesit alır ve onu “gerçek” diye sunar. Oysa gerçekleşme, sürecin kendisine bakmamızı sağlar. Gerçeklik, bir kez olup bitmiş bir şey değil; her karşılaşmada, her ölçümde, her etkileşimde yeniden kurulan bir akıştır.

Bu nedenle ilişkisel ontolojide temsil değil, gerçekleşme vardır.
Varlık, bir kez tanımlanıp sabitlenebilecek bir şey değil; her an ilişkiler içinde yeniden doğan bir süreçtir.

Gerçekleşme, varlığı durağan bir nesne olmaktan çıkarır ve onu canlı, sürekli dönüşen, ilişkilerle var olan bir oluş olarak kavramamıza imkân tanır.

Elçi Örneği: Temsil mi, Gerçekleşme mi?

Bu örnek, temsil ile gerçekleşme arasındaki farkı somutlaştırmak için çok açıklayıcıdır.

Klasik anlayışta elçi, kralın temsilcisidir. Bu bakışa göre kral, değişmeyen bir özdür; elçi ise yalnızca bu özün yerine konuşur. Elçi, kralın kendisi değildir, sadece kralın yetkisini taşıyan bir aracıdır. Temsil edilen (kral) ile temsil eden (elçi) arasında açık bir ayrım vardır. Temsil, özün gölgesini taşır ama özün kendisi değildir.

İlişki ve Oluş Felsefesi ise olaya farklı bakar. Bu yaklaşımda kral, sabit bir öz değil, ilişkiler içinde sürekli kurulan bir varlıktır. Elçi, kralın sadece bir yansıması değil, kralın başka bir bağlamda gerçekleşme biçimidir. Kral, elçi aracılığıyla o ilişkide aktif olarak vardır. Kralın varlığı, sarayda olduğu kadar elçinin konuştuğu mekânda da ilişki üzerinden gerçekleşir.

Bu bakış açısı bize şunu gösterir:

  • Kralın varlığı, tek ve değişmez bir özden ibaret değildir.
  • Onun varlığı, farklı bağlamlarda farklı şekillerde ortaya çıkar.
  • Her ilişki, kralın varlığını yeniden kurar ve dönüştürür.

Dolayısıyla elçi, kralın sabit özünü taşımakla kalmaz; kralın başka bir yerde, başka bir ilişki ağında gerçekleşmesini sağlar. Bu örnek, temsilin sınırlarını gösterirken, gerçekleşmenin dinamik doğasını açığa çıkarır.

Sabit bir özden bahsedilemez. Kral bile, her bağlamda ilişkiler aracılığıyla farklı şekilde gerçekleşir. Bu da temsil yerine gerçekleşme kavramının çok daha doğru olduğunu gösterir.

Özün Dağılışı ve Dönüşüm

Kral örneğini daha derinlemesine düşündüğümüzde, burada sadece bir unvandan değil, sürekli değişen bir varlıktan söz ettiğimizi görürüz. Kralın kim olduğunu belirleyen şey, yalnızca onun “kral” sıfatı değildir. Onun yaşadığı deneyimler, aldığı kararlar, duygusal halleri, içinde bulunduğu tarihsel ve toplumsal bağlam, kurduğu ilişkiler ve hatta çevresindeki insanlarla etkileşimi, kralın varlığını her an yeniden şekillendirir.

Bu süreç, kralın varlığının hiçbir zaman sabit olmadığını açıkça ortaya koyar. “Kral” sıfatı dilde sabit gibi görünse de, bu sıfatın taşıdığı içerik, zamanla sürekli değişir. Bugün ile yarın arasındaki kral bile aynı değildir; her yeni ilişki ve her yeni deneyim, onu yeniden kurar.

Bu durum, klasik metafiziğin öz kavramını geçersiz kılar. Çünkü öz, sabit, değişmez ve ilişkilerden bağımsız bir şey olarak tanımlanır. Oysa burada gördüğümüz, öz diye düşündüğümüz şeyin aslında sürekli dönüşen bir süreç olduğudur.

İlişki ve Oluş Felsefesine göre varlık, durağan bir öz değil; ilişkilerin, etkileşimlerin ve karşılaşmaların içinde her an yeniden ortaya çıkan sürekli bir gerçekleşmedir.
Dolayısıyla kral örneği bize şunu açıkça gösterir: Sabit öz yoktur, yalnızca ilişkilerin içinde varlığını yeniden kuran dinamik bir gerçekleşme vardır.

Aşkınlık Yanılsaması

İnsanlık, uzun bir süre boyunca tarihin belli bir noktasında yaşanan olayların değişmez ve mutlak hakikatler olduğuna inanmıştır. Bu inanç, olayların kendi başına, ilişkilerden ve zamandan bağımsız olarak varlığını sürdüren bir öz taşıdığı fikrine dayanır. Böyle bir bakış, olayları dondurur; onları zamanın akışından, ilişkilerin etkisinden koparır. Bu da aşkın bir gerçeklik anlayışını besler.

Aşkınlık fikri, hakikatin ilişkilerden bağımsız, “orada bir yerde” değişmeden duran bir öz olduğunu varsayar. Oysa bu, büyük bir yanılsamadır. Çünkü hiçbir olay, hiçbir varlık, ilişkilerden bağımsız bir şekilde var olamaz. Her şey, ilişkilerle ve etkileşimlerle anlam kazanır.

İlişki ve Gerçekleşme felsefesi bu yanılsamayı kırar. Gerçeklik, aşkın bir öz yoktur; o, ilişkiler ağı içinde sürekli yeniden ve yeniden gerçekleşen bir süreçtir. Bir olay, farklı bağlamlarda, farklı ilişkiler aracılığıyla her defasında yeni bir şekilde ortaya çıkar. Geçmiş bile, sabit bir hakikat olarak değil; bugünkü ilişkilerimiz ve bakış açılarımızla yeniden gerçekleşen bir süreç olarak vardır.

Bu noktada hakikat de farklı bir anlam kazanır. Artık o, değişmez bir öz değil; sürekli gerçekleşen bir ilişkiler bütünüdür. Her yeni karşılaşma, her yeni yorum, her yeni bağlam hakikati yeniden kurar.

Aşkınlık, sabit bir gerçeklik diktesidir halbuki olan şey sürekli bir gerçekleşmedir. Hakikat, durağan bir öz değil; gerçekleşmenin ta kendisidir.

Hafıza ve Tarih: Yeniden Gerçekleşen Alanlar

Hafıza çoğu zaman geçmişi saklayan bir depo gibi düşünülür. Sanki yaşanmış olaylar, zihnimizde olduğu gibi korunur ve gerektiğinde açığa çıkarılır. Oysa bu, hafızanın doğasını yanlış anlamaktır. Hafıza, geçmişin sabitlenmiş bir kaydı değil; hatırlama anında yeniden kurulan dinamik bir süreçtir. Her hatırlama, geçmişi olduğu gibi geri getirmez; onu yeniden inşa eder, yeniden yorumlar. Bu yüzden geçmiş, hafızada bile sabit değildir; her hatırlamada farklı bir şekilde gerçekleşir.

Aynı durum tarih için de geçerlidir. Çoğu zaman tarih, olmuş bitmiş olayların değişmez bir kaydı olarak görülür. Ancak ilişkisel bakış açısı, tarihi bambaşka bir şekilde anlamamızı sağlar. Tarih, olayların kendisi değil; bu olaylarla kurduğumuz karşılaşmaların her defasında yeniden gerçekleşmesidir. Bir olay, ancak onunla ilişki kurulduğunda bizim dünyamızda var olur.

Bu noktada sürekli verdiğim İstanbul’un fethi örneği çok açıklayıcıdır. Eğer bir insan, bu olayla ilgili hiçbir bilgiye sahip değilse, onun dünyasında İstanbul’un fethi diye bir olay gerçekleşmemiştir. Olay, bu kişi için ancak bir öğretmen, bir kitap, bir film ya da bir sohbet aracılığıyla karşılaştığında gerçekleşmeye başlar. Bu karşılaşma, yalnızca zihinsel bir bilgi edinme değildir; aynı zamanda biyolojik bir süreçtir. Öğrenme, beynin yeni sinaptik bağlantılar kurması ve yeniden şekillenmesidir.

Dolayısıyla hafıza ve tarih, sabit değil; sürekli yeniden kurulan, ilişkilerle yeniden ortaya çıkan alanlardır. Her hatırlama, geçmişi yeniden gerçekleştirir. Her öğrenme, tarihin yeniden var olmasıdır.

Geçmiş dediğimiz şey bile, kendi başına var olan bir öz değil; şimdi ile kurduğumuz ilişki sayesinde her defasında yeniden gerçekleşen bir süreçtir.

Gerçek Yerine Sürekli Gerçekleşme

Bu ontolojik bakışa göre, “gerçek” diye sabit, değişmez ve kendi başına var olan bir şeyden söz edilemez. Gerçeklik, durağan bir öz değil, ilişkiler içinde her an yeniden ortaya çıkan bir süreçtir. Bu nedenle gerçek, tamamlanmış bir varlık değil; sürekli bir gerçekleşmedir.

Her şey, her an ilişkiler aracılığıyla yeniden kurulur. Varlık, bir özle değil, ilişkilerle var olur. Bu karşılaşmalar, varlığı sürekli dönüştürür ve yeniden gerçekleştirir. Dolayısıyla gerçeklik, sabit bir noktada değil; akışın, ilişkinin ve etkileşimin tam ortasında bulunur.

Bu bakış açısı, geçmiş, hafıza, tarih ve bilgi anlayışımızı da değiştirir.

  • Geçmiş, olmuş bitmiş bir şey değil; her hatırlamada yeniden kurulan bir ilişkidir.
  • Hafıza, olayların sabit bir kaydı değil; hatırlama anında geçmişi yeniden inşa eden bir süreçtir.
  • Tarih, değişmez bir olaylar dizisi değil; bugünle kurduğumuz ilişkiler üzerinden her defasında yeniden gerçekleşir.
  • Bilgi ise sabit doğruların toplamı değil; etkileşimler aracılığıyla oluşan ve her yeni ilişkiyle değişen bir yapıdır.

Sonuç olarak, bu ontolojide gerçek yerine sürekli gerçekleşmeden söz etmek gerekir.
Çünkü varlık, sabitlenmiş bir öz değil; ilişkilerin sürekliliği içinde her an yeniden doğan, yeniden kurulan ve asla tamamlanmayan bir süreçtir.

Sonuç: Temsilin Çöküşü, Gerçekleşmenin Yükselişi

Temsil kavramı, yüzeyde masum bir şekilde bir şeyi başka bir şey aracılığıyla ifade etmek gibi görünür. Ancak derinlemesine incelendiğinde, bu kavramın gizlice aşkın bir öz varsaydığını görürüz. Temsil, varlığı sabit, değişmez ve ilişkilerden bağımsız bir “öz” olarak konumlandırır. Bu özün gölgesini ya da yansımasını aktardığını iddia eder. Böylece temsil, gerçekliğin ilişkisel doğasını gizler ve onu dondurur.

Oysa gerçekleşme, tam tersine, ilişkilerin kendisini ortaya çıkarır. Gerçekleşme, varlığı bir özden değil, ilişkilerin sürekliliğinden doğan bir akış olarak kavrar. Varlık, her an kurulan, her an yeniden ortaya çıkan bir süreçtir. Bu süreçte ne sabit bir öz, ne de donmuş bir hakikat vardır; yalnızca ilişkilerin yarattığı canlı, dinamik bir oluş vardır.

Bu bakış açısı, evrene de yeni bir gözle bakmamızı sağlar. Evren, sabit ve değişmez bir bütün değil; sürekli ilişkisel etkileşimlerle kurulan, her an yeniden gerçekleşen bir ağdır. Atomlardan galaksilere, canlılardan bilinçli varlıklara kadar her şey, bu ilişkisel gerçekleşmenin farklı biçimleridir.

 Sonuç olarak: Temsilin özcü mantığı çökerken, gerçekleşme anlayışı yükselir.
Gerçeklik, temsil edilecek bir şey değil; bizzat ilişkilerin akışı içinde her an yeniden doğan bir süreçtir.
Evrenin kendisi, baştan sona, kesintisiz bir gerçekleşmedir.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ROGER PENROSEYE İTİRAZLAR SERİSİ

İTİRAZ 1 iyide Sir (Roger Penrose) Mandelbrot kümesi doğada doğrudan bulunan bir küme değildir, evet, -Kıyı çizgileri (her ölçekte ben...