İnsan zihni modern psikolojinin doğuşundan önce çoğunlukla “akılcı” bir makine gibi düşünülüyordu. İnsanın eylemlerini, inançlarını ve kararlarını belirleyen şeyin tutarlı, mantıklı, düzenli bir rasyonalite olduğu sanılıyordu. Fakat Festinger’ın bilişsel uyumsuzluk kuramı, bu yanılsamayı kökten sarsan bir dönüm noktası oldu. Bu kuram, insanın rasyonellikten çok rasyonelleştirme tarafından yönlendirildiğini; tutarsızlıkla karşı karşıya kaldığında akli bir hesaplamadan ziyade benlik bütünlüğünü korumaya çalışan bir zihinsel savunma sistemi devreye soktuğunu gösterdi.
Ancak bu savunma sistemi, tek yönlü değildir. Bilişsel
uyumsuzluk, yani dissonans, yalnızca hataya sürükleyen irrasyonelliğin
kaynağı değildir. Aynı anda hem bir zaaf hem bir güç, hem bir çöküş hem bir
doğuş noktasıdır. İnsanı çarpıtmaya zorlayan aynı gerilim, doğru işlenirse,
yaratıcı bir sıçramaya, etik bir dönüşüme, hatta varoluşsal bir güçlenmeye
dönüşebilir.
1. Dissonans: Psikolojik bir rahatsızlık
değil, zihinsel bir enerji farkı
Dissonansın çoğu zaman büyük bir rahatsızlık kaynağı
olarak yaşanması — endişe, suçluluk, utanma, ikilem, stres — fenomenin yalnızca
yüzeydeki görünümüdür. Onun derin yapısında tıpkı fiziksel alanlarda olduğu
gibi bir enerji farkı, bir potansiyel farkı vardır.
Elektronlar potansiyel farkı olmadan akamaz; su eğim olmadan akmaz; zaman bile
entropi farkı olmadan akmaz. İnsan zihni de fark oluşmadan düşünmez,
gerilim olmadan dönüşmez.
İnanç ile davranış arasında bir uyumsuzluk oluştuğunda,
zihin bu farkı bir “tehlike sinyali” olarak kodlar. Benlik algısı — “Ben
tutarlı biriyim, ben doğru biriyim, ben iyi biriyim.” — bu fark tarafından
tehdit edilir. Bu tehdit kaçınılmaz olarak bir gerilim doğurur, bu gerilim ise
bir çözüm arayışını zorunlu kılar.
İşte tam bu noktada dissonans, zihinsel bir dinamik
sistem gibi çalışır:
Fark - Gerilim - Denge Arayışı.
Bu, psikolojik bir semptom değil, varoluşun kendine
özgü bir hareket yasasıdır.
2. Etik alanda dissonans: Suçluluk, telafi ve
vicdanın doğuşu
Dissonansın en çarpıcı güçlerinden biri, etik alandaki
etkisidir. Bir insana haksızlık yaptığımızda yaşadığımız rahatsızlık yalnızca
toplumsal normlardan kaynaklanan bir “ahlaki utanç” değildir. Asıl olan,
davranış ile değer arasındaki çelişkinin yarattığı bilişsel gerilimdir. Bu
gerilim, iki temel yöne evrilebilir:
- Kendini
kandırma:
“Bana da aynısını yapmıştı.”
“Her insan zaman zaman böyle davranır.”
“Bu kadar büyütülecek bir şey değil.” - Etik
telafi:
Özür dileme, zarar onarma, davranışı değiştirme, daha dürüst veya daha şefkatli bir yola yönelme.
Böylece dissonans, yalnızca psikolojik bir denge arayışı
değil, etik bir farkındalık mekanizması hâline gelir. İnsanı
kötüden uzaklaştıran şey “doğruluk bilinci” değil, çoğu zaman “uyumsuzluğun
rahatsızlığıdır.” Vicdan dediğimiz şey, büyük ölçüde bu gerilimin iç
deneyimidir.
3. Dissonansın ontolojik boyutu: Oluşun
gerginliği
Dissonansı yalnızca psikolojiye indirgemek, onu küçültmek
olur. Çünkü dissonans, ilişkisel felsefede, farkın ontolojik bir
kuvvetidir. Oluş, durağanlıkla değil, farkla; varlık, eylemsizlikle
değil, gerilimle belirir. Bir sistemin dönüşebilmesi için içinde bir çatlak,
bir uyumsuzluk, bir düzensizlik bulunması gerekir.
Tıpkı Simondon’un bireyleşme kuramında olduğu gibi,
gerginlik — metastabil bir hal — varlığın içsel enerjisini serbest bırakır.
Başlangıçta bir sorun gibi görünen çelişki, aslında oluşun itici gücüdür. Bu
nedenle dissonans, ontolojik düzeyde:
- durağanlığı bozan,
- sistemi hareket ettiren,
- farklılığı yaratıcı hale
getiren,
- özneyi yeniden
yapılandıran
bir kuvvet alanıdır.
4. Nietzsche’nin güç istencine geçiş:
Gerilimden aşmaya
Tam da bu noktada Nietzsche’nin Wille zur Macht,
yani “güç istenci” kavramı beklenmedik bir aydınlık kazanır. Nietzsche’ye göre
yaşam, engellerin yokluğunda değil, engeller içindeki çatışmanın
işlenmesinde güç yaratır. İnsan güçlü olduğu için aşmaz; aşması
gerektiği için güçlenir.
Nietzsche’nin dünyasında gerilim ortadan kaldırılması
gereken bir zayıflık değil, yaratıcı enerjinin ham maddesidir.
Dissonans da tam olarak böyle işler:
- -Bir fark fark edilir.
- -Bu fark gerilim yaratır.
- -Eski benlik bu gerilimi taşıyamaz.
- -Yeni bir form kendini dayatır.
- -Zihin yeni bir bütünlük yaratmak zorunda
kalır.
Böylece dissonans, psikolojik düzeyde güç istencinin
karşılığı hâline gelir. Nietzsche’nin “insanı aşan insanı” tanımlayan
mekanizması, zihinsel düzeyde dissonansın doğru işlenmesidir.
Dissonans → Çatışma → Aşma → Güçlenme →
Yeniden Doğuş.
Bu zincir, hem Nietzsche’nin ontolojisinin hem
Festinger’ın psikolojisinin temelidir.
5. Dissonansın iki kaderi: Yıkım mı, yaratım
mı?
Dissonansın yıkıcı mı yoksa yaratıcı mı olacağı, onun nasıl
işleneceğine bağlıdır.
- -Bastırılırsa: Kendini kandırma, dogmatizm,
katılaşma, çöküş.
- -Rasyonalizasyonla çarpıtılırsa: Benliği korur
ama gerçekliği bozar.
- -Fark kabul edilirse: Duygusal, bilişsel ve
etik dönüşüm başlar.
İşte bu yüzden dissonans hem risk hem fırsattır. Hem
zayıflığın hem büyümenin kaynağıdır. İnsan, dissonans üstüne inşa ettiği
dönüşüm sayesinde “kendini tekrar eden bir canlı” olmaktan çıkar, kendini
aşan bir varlık hâline gelir.
6. Sonuç: Dissonans, güç istencinin bilişsel
formudur
Tüm bu katmanların sonunda şunu söyleyebiliriz:
Dissonans, güç istencinin psikolojik yüzüdür.
Güç istenci, dissonansın ontolojik yüzüdür.
- -Birinde fark benliği zorlar, diğerinde benlik
farkı yaratır.
- -Birinde gerilim tutarsızlıkla başlatılır,
diğerinde gerilim irade ile şekillendirilir.
- -Birinde zihin kendini korur, diğerinde zihin
kendini aşar.
İnsan, farktan doğan bu gerilimi doğru işlediğinde,
içindeki potansiyel açığa çıkar. Zayıflık gibi görünen çatlak, yeni bir varlık
imkânına dönüşür. Böylece bilişsel uyumsuzluk, insanın kırıldığı değil,
kırılarak yeniden kurulduğu, yeniden güçlendiği, yeniden doğduğu bir yaratıcı
alana dönüşür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder