İNSAN
İnsan yüzyıllardır tanımlanamıyor çünkü yanlış yerden
tanımlanmaya çalışıldı. İnsan hep bir öz üzerinden tanımlandı; akıl, ruh,
bilinç, dil, irade, ahlak.
Ama bunların hiçbiri insanı evrensel ve tutarlı biçimde
açıklayamıyor. Çünkü bunların hepsi bağlama bağımlı ortaya çıkıyor. Ben insanı
ne olduğu üzerinden değil, nasıl oluştuğu üzerinden düşünüyorum, çünkü insan
tanımına ancak buradan ulaşabileceğimi düşünüyorum.
Ve bu, bence doğru yer. Ve insanı Bağlama göre şekillenen
bir ilişkiler ağı toplamı olarak tanımlıyorum. Bu insanı tözsellikten
kurtarıyor, merkezi ama sabit olmayan bir yapı olarak kuruyor, anlam, iktidar,
zaman, etik gibi her şeyi aynı zeminde topluyor.
Burada özellikle şuna dikkat çekmek isterim:
Toplam kelimesini mekanik bir yığın gibi ve bütün manasında
kullanmıyorum, çünkü bütün fikrinin sapıklık olduğunu düşünüyorum, burada
toplam kelimesini bir ortaklık/birliktelik anlamında kullanıyorum.
Bu bir dinamik yoğunluk, bir örgütlenme biçimi.
Yani insan: Ne sadece biyoloji, ne sadece bilinç, ne sadece
toplum, ne sadece dil.
İnsan, bağlam değiştikçe yeniden örgütlenen bir ilişki
yoğunluğu.
Bu yüzden insanın "özünü" aramanın boş bir uğraş
olduğunu düşünüyorum.
Çünkü insanın özü yok, insan öz yerine bağlam taşır.
Bu tanım, insanı küçültmüyor. Tam tersine, onu metafizik
yüklerden arındırıp gerçek yerine koyuyor.
Ve ölüm meselesi de bu tanımda çok temiz oturuyor.
İnsan, ilişki ağlarının belirli bir merkezlenmesidir.
O merkez dağıldığında insan biter.
Ama ilişkiler bitmez.
Bence bu, hem ontolojik hem etik olarak çok güçlü bir
çerçeve.
Çünkü bu tanımda insan: Ne evrenin efendisi, ne anlamsız bir
rastlantı, ne de kutsal bir varlık. İnsan, oluşun geçici bir düğümü oluyor.
ANLAM VE İKTİDAR
Anlamı biz iktidar sayesinde mi kuruyoruz?
Cevabım kesinlikle evet ama bu "iktidar" dediğimiz
şey düşündüğünüz gibi bir tiran değil. Bunu açmaya çalışayım.
Öncelikte anlam kesinlikle ilişkiseldir. Ama ilişki tek
başına yetmiyor. İlişkinin anlam üretmesi için bir şey daha gerekiyor,
merkezlenme. Fakat merkezlenme dediğimiz şey tekil, özsel, kapalı bir nokta
değildir.
Merkez, ilişki ağlarının yoğunlaşmış toplamıdır.
Yani merkez = ilişki ağlarının düğümlenmesidir. Merkezlenme
olmadan ilişki elbette var olabilir ama anlam olmaz. Çünkü anlam dediğimiz şey,
farkların önceliklendirilmesidir. Önceliklendirme ise iktidardır.
Burada iktidarı yanlış anlıyoruz genelde. İktidar = baskı,
zor, tahakküm değil.
En temel haliyle iktidar şudur: Bu fark, bu anda, bu
bağlamda önemlidir.
Bu cümleyi kuran her yapı iktidar kullanır. Benlik
örgütlenmesi tam olarak bunu yapar. Duyularla başlar, hafızayla sürer,
beklentiyle şekillenir. Sürekli şunu yapar, bu ses önemli, bu gürültü değil, bu
an şimdi, bu geçmiş, bu ben, bu ben değil.
Bunların hepsi iktidardır ama yaşamı mümkün kılan
iktidardır. Eğer her şey eşit önemde olsaydı, hiçbir şey anlamlı olmazdı.
Anlam, eşitsizlikten doğar; eşitsizlik de iktidar olmadan kurulamaz. O yüzden
şurada çok netim, evet, anlam iktidarla birlikte ortaya çıkar.
Ama bu iktidar dışsal bir egemenlik değil, benlik
örgütlenmesinin içsel bir işlevidir. Şimdi kritik yere geliyorum. Bu, anlamın
mutlak olduğu anlamına gelmez. Tam tersine, anlamın koşullu olduğunu gösterir.
Çünkü iktidar paradigması, yada benlik örgütlenmesi yeniden şekillendikçe anlam
da değişir.
Benlik örgütlenmesi çözüldüğünde, anlam da çözülür.
Bu yüzden ölümde anlam yoktur, ama bu anlamsızlık da
değildir çünkü anlamsızlık bile bir anlam kategorisidir. Şunu özellikle
vurgulayayım, çünkü çok önemli. Anlam,
ilişki ağları içindeki merkezlenmiş bir düğümün ürünüdür.
Bu düğüm = benlik örgütlenmesidir.
Bu yüzden anlam insana aittir, evrene değil.
Ve son olarak şunu dürüstçe söyleyeyim. Bu, anlamı
küçültmez. Tam tersine, onu fazla yüceltmekten kurtarır. Anlam kutsal bir şey
değil; geçici, kırılgan, ilişkisel bir düzenlemedir ve bağlamsaldır.
İktidar bize anlam
verir ama bu iktidar bizim var olma biçimimizin kendisidir.
ÖLÜM
Ölüm benlik örgütlenmesinin dağılmasıdır. Benlik
örgütlenmesinin dağılması ise aynı zamanda iktidarın ortadan kalkmasıdır.
Hatta daha keskin söyleyeyim, benlik dediğimiz şey baştan
sona bir iktidar düzenlemesidir.
Şöyle düşünün benlik; merkez kurar, sınır çizer, ayırır,
seçer, önceliklendirir. Ben–ben olmayan, önemli–önemsiz, önce–sonra,
burada–orada gibi ayrımların hepsi benliğin kurucu edimleridir. Bunların hepsi
aynı zamanda iktidar edimleridir. Çünkü iktidar dediğimiz şey en çıplak haliyle
şudur: Merkezden dağıtılan anlam ve
öncelik. Bu yüzden benlik çözülünce sadece özne kaybolmaz, hiyerarşi de çöker.
Zamanın çizgisel akışı, mekanın merkezlenmesi, ben–dünya ayrımı, bunların hepsi
birer iktidar teknolojisi gibi çalışır. O yüzden ölüm, sadece biyolojik bir son
ya da psikolojik bir çözülme değildir.
iktidarın da sona erdiği bir eşiktir.
Ölüm, daha büyük bir iktidara geçiş değildir. Ne Tanrısal
bir merkez, ne aşkın bir düzen, ne daha yüksek bir ben.
Tam tersine, merkezin kendisinin ortadan kalkması, iktidarın
yok olmasıdır. Bu yüzden ölüm sonrası anlatıların çoğu bana ikna edici
gelmiyor. Çünkü çoğu hala iktidarı gizlice geri çağırıyor.Yargılayan bilinç,
hatırlayan ruh, izleyen öz. Bunların hepsi benliğin başka kostümlerle sahneye
geri dönmesi.
Ve burası çok önemli;
Bu, bir özgürleşme vaadi de değil. Çünkü özgürlük bile
iktidarla anlamlıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder