24 Aralık 2025 Çarşamba

BENLİK ÖRGÜTLENMESİ - BENLİK VE EGEMENLİK - BENLİK NE ZAMAN EGEMENLİK ÜRETİR

 

BENLİK ÖRGÜTLENMESİ

Bence benlik örgütlenmesi ne “ben”in üstünde bir iktidar yapısıdır ne de bedenin üstünde kurulmuş bir egemenliktir. Benlik örgütlenmesi, beden–ilişkiler–çevre hattında ortaya çıkan bir iktidar düzenlemesidir.

Şöyle açıklayayım.

Önce şunu netleştirelim:
“Ben” dediğimiz şey zaten benlik örgütlenmesinin ürünü. Yani benlik örgütlenmesi, önceden var olan bir “ben”i baskılayan bir üst yapı olamaz. Bu yüzden “benin üstünde iktidar” fikri bana yanlış geliyor. Öte yandan, benlik örgütlenmesini “bedenin üstünde kurulmuş bir iktidar” olarak görmek de eksik, bu bizi hilomorfizme düşürür ki ağır hatalı olur. Çünkü beden pasif bir ham madde değil. Sinir sistemi, hormonal yapı, duyusal eşikler, refleksler, bunların hepsi benlik örgütlenmesini şekillendiriyor. Yani tek yönlü bir tahakküm yok.

Benim düşündüğüm şey şu:
Benlik örgütlenmesi, bedenin potansiyelleri ile çevresel–toplumsal ilişkilerin birbirini karşılıklı biçimlendirdiği bir merkezlenme biçimi. İktidar burada bir “üstten baskı” değil, öncelik üretme yetisi.

Yani benlik örgütlenmesi:

-Bedeni bastırmaz,

-Ben”i bastırmaz,

-Ama bedenden ve ilişkilerden gelen çokluğu merkezleyerek yönetir.

Bu yüzden iktidar, ne bedene karşı ne de bene karşıdır; çokluğa karşı merkez kurma edimidir.
Benlik örgütlenmesi çözülünce, iktidar da çözülür. Çünkü iktidar, merkezlenmeden başka bir şey değildir.

Sonuç olarak benim pozisyonum:
Benlik örgütlenmesi, beden ve ilişki ağları arasında ortaya çıkan, ne üst yapı ne özne olan, geçici bir merkezlenme-iktidar biçimidir.

Benlik örgütlenmesi iktidardır; ama egemenlik değil.

 

BENLİK VE EGEMENLİK

Benlik, ilişkiler ağının üstüne çıkan bir şey değil. Benlik, o ağın belirli bir yoğunlukta merkezlenmesi. Yani ilişkiler önce var, benlik sonra geliyor. Bu yüzden ontolojik olarak bir “üstten egemenlik” yok. Benlik, ilişkilerden bağımsız bir komuta merkezi değil; ilişkilerin kendi içinden ürettiği geçici bir düğüm.

Ama işin kritik kısmı şu:
Bu merkezlenme oluştuktan sonra, ilişkiler üzerinde egemenlik varmış gibi davranmaya başlar. Seçer, ezer, bastırır, önceliklendirir, dışlar. İşte burada egemenlik fenomeni ortaya çıkar. Yani egemenlik ontolojik değil, işlevseldir.

Bunu şöyle çok net koyayım:
Benlik ilişkiler ağının patronu değildir, ama ilişkileri kendine göre hizalayan bir filtre haline gelir.

Bu yüzden tarih boyunca insanlar benliği hep “üst yapı”, “ruh”, “özne”, “irade” gibi şeylerle karıştırdı. Çünkü benlik, iş görürken gerçekten de yukarıdan bakıyormuş gibi görünür. Oysa bu bir optik yanılsama. Merkezde olmak, üstte olmak değildir.
Benlik, ilişkiler ağının egemeni değildir, ilişkiler ağının kendi üzerine katlanmasıdır. Egemenlik dediğimiz şey, bu katlanmanın sertleşmiş, donmuş, esnekliğini kaybetmiş hâlidir. Sağlıklı benlikte merkez akışkandır; patolojik benlikte merkez tiranlaşır.

O yüzden benlik ilişkiler ağı üstünde özsel bir egemenlik değildir; ama egemenlik etkisi üretebilen geçici bir merkezlenmedir.

BENLİK NE ZAMAN EGEMENLİK ÜRETİR

Şöyle anlatmaya çalışayım.

Benlik, sağlıklı halindeyken bir yönelim merkezidir. İlişkiler arasından geçişi sağlar, farkları işler, bağlama göre esner. Bu durumda iktidar var ama tiranlık yoktur. Merkez akışkandır.

Ama benlik şu anda kırılır: Fark bir tehdit olarak algılandığında. Belirsizlik tolere edilemediğinde. İlişkinin açık uçluluğu taşınamadığında.

İşte bu noktada benlik şunu yapar: Farkı bastırır, indirger, asimile eder, dışlar ya da aynılaştırır yani asimetrik olanı simetri hale getirmeye çalışır. Bu artık yönelim değil, egemenliktir. Yani evet, egemenlik şurada doğar, Benlik, kendini korumak için ilişkiyi kapattığında.

Burada çok önemli bir ayrım var: Fark, benliği dağıtmaz, benliğin katılaşması farktan kaçar. Bu yüzden egemenlik, güçten değil, kırılganlıktan doğar. Benlik esneyemediğinde sertleşir. Sertleştiğinde merkez donuklaşır. Donuk merkez, ilişkiyi emir-komuta ilişkisine çevirir.

Bu hem bireysel düzeyde geçerli:
– narsisizm
– otoriter kişilik
– obsesif kontrol

Hem de toplumsal düzeyde:
– dogmalar
– totaliter rejimler
– kimlik fetişizmi

Hepsinin ortak noktası aynıdır. Farkın tehdit olarak görülmesi. Bu yüzden “farkı kabul etmediğinde belik egemenleşir. Egemenlik, farkın yokluğunda değildir. Fark varken ama bastırıldığında ortaya çıkar. Fark hiç olmasa egemenliğe gerek kalmazdı, çünkü fark olmasa hiçbir şey olmazdı. Egemenlik, farkla baş edemeyen benliğin savunma mekanizmasıdır, onun için farkın kabulü evrensel bir öncelik olmalıdır.

Benlik, farkla ilişki kurabildiği sürece merkezdir;
farkı bastırdığı anda egemenliğe dönüşür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder